NiSHTiME Yazarı, Ressam Selin Melek Aktan'ın, bir süredir kanser hastalığı ile mücadele eden, annesi Münevver Aktan hayatını kaybetti.
NiSHTiME olarak Münevver Aktan'a Tanrı'dan rahmet, Aktan ailesine başsağlığı diliyoruz.
*****
Yazılarıma uzun bir süre ara verdiğimi biliyorum. Aylardır sosyal medyada niye aktif olmadığımı soran mesajlar alıyorum. Türkiye’de ve dünyada pek çok şey oldu, yazılarımın yayınlandığı haber sitelerinin yöneticileri "Nerede yazılar?" deyip durdular ama ben hiç bir konuda yazmadım, yazamadım.
Yazılarıma uzun bir süre ara verdiğimi biliyorum. Aylardır sosyal medyada niye aktif olmadığımı soran mesajlar alıyorum. Türkiye’de ve dünyada pek çok şey oldu, yazılarımın yayınlandığı haber sitelerinin yöneticileri "Nerede yazılar?" deyip durdular ama ben hiç bir konuda yazmadım, yazamadım.
2014 yılı sizin hayatınıza ne getirdi, ne götürdü bilmiyorum, ama hem kişisel dünyamda hem de ülkemde olup biten karışıklar nedeniyle bu yıl bana pek iyi gelmedi.
Tüm yaşamlarını çocuklarına vakfetmiş kendileri için hiç bir şey istememiş bir anne babanın kızıyım. Babamı 13 yaşında kaybetmiş ve hayatım boyunca eksikliğini hissetmiştim. Geçen hafta annemi de kaybedince anladım ki, insanın hayatı onlardan önce ve onlardan sonra diye ikiye ayrılıyormuş.
Toplumumuzda adı konulmamış bir anne ve babasızlar kulübü var ve ben de bugünlerde kendimi doğal kontenjandan o kulübe üye buluverdim.
10 ay önce, hayatı boyunca doktor ve ilaç yüzü görmemiş; her zaman kendine yeten, hasta olduğu güne kadar hep yardımcısız kendi ayaklarının üzerinde sapasağlam duran annemizin yumurtalık kanseri olduğunu öğrendiğimizde ailemize yıldırım düşmüş gibi oldu. Anneciğim bize yıllarca öğle sağlam bir tablo çizmiş ki, 100 yaşına kadar yaşayacak zannediyoruz, hani herkese bir şey olur ama ona bir şey olmaz.
Hele de ancak son evresinde belirti veren yumurtalık kanseri olabileceği aklımızın ucundan bile geçmezdi. Üstelik de teşhis konulduğunda ameliyat ve kemoterapinin söz konusu olamayacağı bir devredeydi.
Sonrasında doktorlarla yaptığımız görüşmeler neticesinde hastalığını kendisine söylememeye, ömrü yettiğince bu dönemi evlatlarının ilgi ve sevgisiyle kuşatılmış olarak evinde huzur içinde geçirmesine karar verdik.
Annem eskiden beri savaşçıydı, son iki aya kadar iyi olacağı ümidini taşıyarak ve hiç şikayet etmeden, sevgimizle sarıp sarmalanarak yaşadı. Benim içinse bu dönem haftanın birkaç günü İstanbul Bursa arası mekik dokuyarak ve onun yanında olmaya çalışarak geçti. Hastalığına rağmen annemle yaşamım boyunca hatırlayacağım, bir yığın güzel şeyler paylaştık.
Kış nasıl geçti, ilkbahar ne zaman geldi, yaz gelip geçti mi hiç farkında olmadan Ekim ayı geldi. Yazı, resim, heykel, galeri, besteler falan yaşamımın odak noktasındaki tüm meşguliyetlerim, sanki onlar başka bir hayatın parçasıymış gibi gerilerde kaldı.
Kuşkusuz benim de bu yaşıma kadar herkes gibi zaman zaman üzüntülü sıkıntılı günlerim olmuştur. Ama şu anda anlıyorum ki dünyada en büyük acı anne kaybıymış.
Eskiden annesi uzun süre hasta yatan arkadaşlarıma baş sağlığı dilerken benim de teselli sözleri olarak, "Neyse ki daha uzun çekmedi" veya "Uzun ve güzel bir hayat yaşadı" falan gibi şeyler söylediğim olmuştur.
Kendi kendime söz verdim, bundan sonra kimseye bir daha asla böyle şeyler söylemeyeceğim. Çünkü içinizde böyle bir acı yaşanırken bu sözlerin hiçbiri size bir anlam ifade etmiyor, hatta biraz da insanların sizi anlamadığını düşünüp üzülüyorsunuz. En güzel baş sağlığı mesajı sanırım, "Mekanı cennet olsun, Allah da sizlere sabır versin" demek. Çünkü o anda en çok ihtiyacınız olan şey değiştiremeyeceğiniz bir gerçeğe sabretme gücü bulabilmek.
Duygularımı ancak, "içim yanıyor" diye ifade edebiliyorum.
Nereye baksam ondan bir parça görüyorum.
Geceleri kalbinizde taş gibi bir acıyla uyanmak, kalabalıklar içinde bir anda gözyaşlarına boğuluvermek de sanıyorum bu sürecin bir kısmı.
Yıllar önce anne ve babasını kaybedip, ebeveynsiz kalan yaşı büyük, kendi küçük çocuklar kulübünün üyesi olan arkadaşlarıma bu acıyla nasıl baş ettiklerini sorduğumda hep aynı sözleri duyuyorum: "O yokluk acısı hiç geçmiyor, özlem hiç bitmiyor, hep bir parçan eksik kalıyor, sadece zamanla içindeki o acıyla yaşamaya alışıyorsun"
Bunları bana daha önce hiç söylememişlerdi. Sanıyorum bu ancak yaşayanların anlayabileceği birşey ve onlarda bu duygularını ancak şimdi benimle paylaşıyorlar. Her biri, anılarını, yaşadıklarını anlatarak bana destek olan tüm arkadaşlarıma buradan teşekkür ediyorum.
"Ben de bir gün bu acıyla yaşamaya alışabilecek miyim?" hiç bilmiyorum.
Kocaman torunları olan annem, bazen bize "Annemi çok özlüyorum, hiç gözümün önünden gitmiyor" derdi. Ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Yaşça büyüdüğünüzü bilmek anneniz gidince kendinizi kaybolmuş küçük bir kız çocuğu gibi hissetmenize engel olamıyor. Erkek veya kadın, herkes kaç yaşında olursa olsun kendi annesinin küçük çocuğu çünkü.
Beni bugünlerde Nişantaşı sokaklarında kendi kendine konuşurken veya gözyaşları yağmura karışmış yürürken görürseniz delirdiğimi düşünüp üzülmeyin olur mu? Öyle büyük bir parçam kopup gitti ki benden.
Annemi kaybettim ben, ağlıyorum işte ne yapayım?
Herkese anneli babalı upuzun bir hayat diliyorum.
Hala onların hiç büyümeyen çocuklarıyken kıymetini bilin,tadını çıkarın bu günlerin.
Zamanı geri çevirebilseydim, annemin yanına uzanır, elini tutar sonsuza kadar öyle kalırdım.
Sevgiyle...
Hele de ancak son evresinde belirti veren yumurtalık kanseri olabileceği aklımızın ucundan bile geçmezdi. Üstelik de teşhis konulduğunda ameliyat ve kemoterapinin söz konusu olamayacağı bir devredeydi.
Sonrasında doktorlarla yaptığımız görüşmeler neticesinde hastalığını kendisine söylememeye, ömrü yettiğince bu dönemi evlatlarının ilgi ve sevgisiyle kuşatılmış olarak evinde huzur içinde geçirmesine karar verdik.
Annem eskiden beri savaşçıydı, son iki aya kadar iyi olacağı ümidini taşıyarak ve hiç şikayet etmeden, sevgimizle sarıp sarmalanarak yaşadı. Benim içinse bu dönem haftanın birkaç günü İstanbul Bursa arası mekik dokuyarak ve onun yanında olmaya çalışarak geçti. Hastalığına rağmen annemle yaşamım boyunca hatırlayacağım, bir yığın güzel şeyler paylaştık.
Kış nasıl geçti, ilkbahar ne zaman geldi, yaz gelip geçti mi hiç farkında olmadan Ekim ayı geldi. Yazı, resim, heykel, galeri, besteler falan yaşamımın odak noktasındaki tüm meşguliyetlerim, sanki onlar başka bir hayatın parçasıymış gibi gerilerde kaldı.
Kuşkusuz benim de bu yaşıma kadar herkes gibi zaman zaman üzüntülü sıkıntılı günlerim olmuştur. Ama şu anda anlıyorum ki dünyada en büyük acı anne kaybıymış.
Eskiden annesi uzun süre hasta yatan arkadaşlarıma baş sağlığı dilerken benim de teselli sözleri olarak, "Neyse ki daha uzun çekmedi" veya "Uzun ve güzel bir hayat yaşadı" falan gibi şeyler söylediğim olmuştur.
Kendi kendime söz verdim, bundan sonra kimseye bir daha asla böyle şeyler söylemeyeceğim. Çünkü içinizde böyle bir acı yaşanırken bu sözlerin hiçbiri size bir anlam ifade etmiyor, hatta biraz da insanların sizi anlamadığını düşünüp üzülüyorsunuz. En güzel baş sağlığı mesajı sanırım, "Mekanı cennet olsun, Allah da sizlere sabır versin" demek. Çünkü o anda en çok ihtiyacınız olan şey değiştiremeyeceğiniz bir gerçeğe sabretme gücü bulabilmek.
Duygularımı ancak, "içim yanıyor" diye ifade edebiliyorum.
Nereye baksam ondan bir parça görüyorum.
Geceleri kalbinizde taş gibi bir acıyla uyanmak, kalabalıklar içinde bir anda gözyaşlarına boğuluvermek de sanıyorum bu sürecin bir kısmı.
Yıllar önce anne ve babasını kaybedip, ebeveynsiz kalan yaşı büyük, kendi küçük çocuklar kulübünün üyesi olan arkadaşlarıma bu acıyla nasıl baş ettiklerini sorduğumda hep aynı sözleri duyuyorum: "O yokluk acısı hiç geçmiyor, özlem hiç bitmiyor, hep bir parçan eksik kalıyor, sadece zamanla içindeki o acıyla yaşamaya alışıyorsun"
Bunları bana daha önce hiç söylememişlerdi. Sanıyorum bu ancak yaşayanların anlayabileceği birşey ve onlarda bu duygularını ancak şimdi benimle paylaşıyorlar. Her biri, anılarını, yaşadıklarını anlatarak bana destek olan tüm arkadaşlarıma buradan teşekkür ediyorum.
"Ben de bir gün bu acıyla yaşamaya alışabilecek miyim?" hiç bilmiyorum.
Kocaman torunları olan annem, bazen bize "Annemi çok özlüyorum, hiç gözümün önünden gitmiyor" derdi. Ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Yaşça büyüdüğünüzü bilmek anneniz gidince kendinizi kaybolmuş küçük bir kız çocuğu gibi hissetmenize engel olamıyor. Erkek veya kadın, herkes kaç yaşında olursa olsun kendi annesinin küçük çocuğu çünkü.
Beni bugünlerde Nişantaşı sokaklarında kendi kendine konuşurken veya gözyaşları yağmura karışmış yürürken görürseniz delirdiğimi düşünüp üzülmeyin olur mu? Öyle büyük bir parçam kopup gitti ki benden.
Annemi kaybettim ben, ağlıyorum işte ne yapayım?
Herkese anneli babalı upuzun bir hayat diliyorum.
Hala onların hiç büyümeyen çocuklarıyken kıymetini bilin,tadını çıkarın bu günlerin.
Zamanı geri çevirebilseydim, annemin yanına uzanır, elini tutar sonsuza kadar öyle kalırdım.
Sevgiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder