Selin Aktan biyografisi

Fotoğrafım
istanbul, Türkiye
Selin Melek Aktan, Cerrrahpaşa Tıp Fakültesindeki eğitimini tamamladıktan sonra İngiltere'de College Fashion Design bölümünü bitirdi. Belçikalı bir galeri sahibinin sergi teklifi ile profesyonel sanat hayatına başladı.Anadolu motif ve renklerinden esinlendiği ''orientalpopart koleksiyonuyla 2004 Zurih Art Show'un en avangard sanatçısı seçildi.Çalışmalarını Yunanistan Bulgaristan, Isviçre,Fransa, İtalya Polonya,Avusturya ,Danimarka, Mısır, LosAngeles,NewYork, Miami' de sergileyen Aktan'ın eserleri 2009da USA Museum of the Americas koleksiyonuna alındı. İtalya'daki İnsan Hakları sergisine davet edilen Aktan'ın''Savaşta Çocuk''eseri Caserta Müzesine alınırken,bu konudaki yazısı Amerika'daki surfax tarafından dünyayı besleyen en iyi makaleler arasına seçild.2007 de yayınladığı ''Aşk Selinde Uçuşan Melekler''şiir kitabı ÇYDD yararına satılan Selin,2010da eğitim projelerine destek vermek amacıyla söz ve müziği kendisine ait ''Rüzgarlara Fısıldadım ' 2012de ise ''Şaka gibi herşey''albümlerini çıkarttı.Aktan 2010 da Nişantaşı'nda Apeiron Artplus Galeriyi kurdu.

9 Kasım 2014 Pazar

ANNESİZ BABASIZ ÇOCUKLAR KULÜBÜ - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN KISAYOLU

ANNESİZ BABASIZ ÇOCUKLAR KULÜBÜ - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN 

NiSHTiME Yazarı, Ressam Selin Melek Aktan'ın, bir süredir kanser hastalığı ile mücadele eden, annesi Münevver Aktan hayatını kaybetti.


NiSHTiME olarak Münevver Aktan'a Tanrı'dan rahmet, Aktan ailesine başsağlığı diliyoruz.
***** 
Yazılarıma uzun bir süre ara verdiğimi biliyorum. Aylardır sosyal medyada niye aktif olmadığımı soran mesajlar alıyorum. Türkiye’de ve dünyada pek çok şey oldu, yazılarımın yayınlandığı haber sitelerinin yöneticileri "Nerede yazılar?" deyip durdular ama ben hiç bir konuda yazmadım, yazamadım.
  

2014 yılı sizin hayatınıza ne getirdi, ne götürdü bilmiyorum, ama hem kişisel dünyamda hem de ülkemde olup biten karışıklar nedeniyle bu yıl bana pek iyi gelmedi.

Tüm yaşamlarını  çocuklarına vakfetmiş kendileri için hiç bir şey istememiş bir anne babanın kızıyım. Babamı 13 yaşında kaybetmiş ve hayatım boyunca eksikliğini hissetmiştim. Geçen hafta annemi de kaybedince anladım ki, insanın hayatı onlardan önce ve onlardan sonra diye ikiye ayrılıyormuş.

Toplumumuzda adı konulmamış bir anne ve babasızlar kulübü var ve ben de bugünlerde  kendimi doğal kontenjandan o kulübe üye buluverdim.
10 ay önce, hayatı boyunca doktor ve ilaç yüzü görmemiş; her zaman kendine yeten, hasta olduğu güne kadar hep yardımcısız kendi ayaklarının üzerinde sapasağlam duran annemizin yumurtalık kanseri olduğunu öğrendiğimizde ailemize yıldırım düşmüş gibi oldu. Anneciğim  bize yıllarca öğle sağlam bir tablo çizmiş ki, 100 yaşına kadar yaşayacak zannediyoruz, hani herkese bir şey olur ama ona bir şey olmaz.

Hele de ancak son evresinde belirti veren yumurtalık kanseri olabileceği aklımızın ucundan bile geçmezdi. Üstelik de teşhis konulduğunda ameliyat ve kemoterapinin söz konusu olamayacağı bir devredeydi.

Sonrasında doktorlarla yaptığımız görüşmeler neticesinde hastalığını kendisine söylememeye, ömrü yettiğince bu dönemi evlatlarının ilgi ve sevgisiyle kuşatılmış olarak evinde huzur içinde geçirmesine karar verdik.

Annem eskiden beri savaşçıydı, son iki aya kadar iyi olacağı ümidini taşıyarak ve hiç şikayet etmeden, sevgimizle sarıp sarmalanarak yaşadı. Benim içinse bu dönem haftanın birkaç günü İstanbul Bursa arası mekik dokuyarak  ve onun yanında olmaya çalışarak geçti. Hastalığına rağmen annemle yaşamım boyunca hatırlayacağım, bir yığın güzel şeyler paylaştık.

Kış nasıl geçti, ilkbahar ne zaman geldi, yaz gelip geçti mi hiç farkında olmadan Ekim ayı geldi. Yazı, resim, heykel, galeri, besteler falan yaşamımın odak noktasındaki tüm meşguliyetlerim, sanki onlar başka bir hayatın parçasıymış gibi gerilerde kaldı.

Kuşkusuz benim de bu yaşıma kadar herkes gibi zaman zaman üzüntülü sıkıntılı günlerim  olmuştur. Ama şu anda anlıyorum ki dünyada en büyük acı anne kaybıymış.

Eskiden annesi uzun süre hasta yatan arkadaşlarıma baş sağlığı dilerken benim de teselli sözleri olarak, "Neyse ki daha uzun çekmedi" veya "Uzun ve güzel bir hayat yaşadı" falan gibi şeyler söylediğim olmuştur.

Kendi kendime söz verdim, bundan sonra kimseye bir daha asla böyle şeyler söylemeyeceğim. Çünkü içinizde böyle bir  acı yaşanırken bu sözlerin hiçbiri size bir anlam ifade etmiyor, hatta biraz da insanların sizi anlamadığını düşünüp üzülüyorsunuz. En güzel baş sağlığı mesajı sanırım, "Mekanı cennet olsun, Allah da sizlere sabır versin" demek. Çünkü o anda en çok ihtiyacınız olan şey değiştiremeyeceğiniz bir gerçeğe sabretme gücü bulabilmek.

Duygularımı ancak, "içim yanıyor" diye ifade edebiliyorum.

Nereye baksam ondan bir parça görüyorum.

Geceleri kalbinizde taş gibi bir acıyla uyanmak, kalabalıklar içinde bir anda gözyaşlarına boğuluvermek de sanıyorum bu sürecin bir kısmı.

Yıllar önce  anne ve babasını kaybedip, ebeveynsiz kalan yaşı büyük, kendi küçük çocuklar  kulübünün üyesi olan arkadaşlarıma bu acıyla nasıl baş ettiklerini sorduğumda hep aynı sözleri duyuyorum: "O yokluk acısı hiç geçmiyor, özlem hiç bitmiyor, hep bir parçan eksik kalıyor, sadece zamanla içindeki o acıyla yaşamaya alışıyorsun"

Bunları bana daha önce hiç söylememişlerdi. Sanıyorum bu ancak yaşayanların anlayabileceği birşey ve onlarda bu duygularını ancak şimdi benimle paylaşıyorlar. Her biri, anılarını, yaşadıklarını anlatarak bana destek olan tüm arkadaşlarıma buradan teşekkür ediyorum.

"Ben de bir gün bu  acıyla yaşamaya alışabilecek miyim?" hiç bilmiyorum.

Kocaman torunları olan annem, bazen bize "Annemi çok özlüyorum, hiç gözümün önünden gitmiyor" derdi. Ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum.

Yaşça büyüdüğünüzü bilmek anneniz gidince kendinizi kaybolmuş küçük bir kız çocuğu gibi hissetmenize engel olamıyor. Erkek veya kadın, herkes kaç yaşında olursa olsun kendi annesinin küçük çocuğu çünkü.

Beni bugünlerde Nişantaşı sokaklarında kendi kendine konuşurken veya gözyaşları yağmura karışmış yürürken görürseniz delirdiğimi düşünüp üzülmeyin olur mu? Öyle büyük bir parçam kopup gitti ki benden.

Annemi kaybettim ben, ağlıyorum işte ne yapayım?

Herkese anneli babalı upuzun bir hayat diliyorum.

Hala onların hiç büyümeyen çocuklarıyken kıymetini bilin,tadını çıkarın  bu günlerin.

Zamanı geri çevirebilseydim, annemin yanına uzanır, elini tutar sonsuza kadar öyle kalırdım.

Sevgiyle...

15 Mayıs 2014 Perşembe


AÇIL SUSAM AÇIL

20 Mayıs-31 Mayıs 2014 

Selin Melek Aktan 

Resim Heykel Sergisi 

Arkasında birçok gizemler barındıran hayatımız boyunca açtığımız ve açamadığımız kapılar


Tablolarında genelde masalsı öğelere yer veren Selin Melek Aktan ‘’Açıl Susam Açıl ‘’ isimli bu sergisinde bizleri yine hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı, özgür, masum, çılgın, hassas ve kırılgan, figürlerin neşeyle dans ettiği fantezi bir dünyaya götürecek..
Nişantaşı’nın tarihi apartmanlarından çıkan eski kapılar sanatçının fırçası ile geçmişten günümüze gizemli bir yolculuğa çıkıyor ve onlar da aynı İstanbul gibi dönüşerek bu renkli semtin hareketli ritmine ayak uyduruyorlar.


Selin Melek Aktan
Sanat hayatına başladığı 2004 yılından bugüne kadar eserlerini New York,Losangeles,Miami, Fransa,İtalya,İsviçre,Avusturya,Danimarka,Yunanistan,Bulgaristan, Polonya, Kosova,Hindistan,Mısır ve Çin'de sergilemiş olup, 2008 den beri çalışmalarını yurt içinde sürdürmektedir. 


‘’Açıl Susam Açıl’’ sanatçının Türkiye’deki 12.kişisel sergisidir.


Aktan'ın geliri Türkiye'deki eğitim projelerine aktarılan bir şiir kitabı ve söz müziği kendisine ait eserlerden oluşan iki adet müzik albümü vardır.


Açılış kokteyli; 20 Mayıs Salı saat 18.oo-20.oo pm
Ahmet Fetgari sok.
No 64  kat 1Güneş apt. Nişantaşı/İstanbul

0544 6401936

22 Nisan 2014 Salı

"ADI AYLİN"DEN "HAYAT VE HÜZÜN"E AYŞE KULİN - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN KISAYOLU

"ADI AYLİN"DEN "HAYAT VE HÜZÜN"E AYŞE KULİN - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN 

Selin Melek AKTAN
"ADI AYLİN"DEN "HAYAT VE HÜZÜN"E AYŞE KULİN
15 Nisan 2014 Salı 14:08:00
Bazı yazarlar vardır. Kitapçı vitrinlerinde onların yeni bir kitabını gördüğünüzde içeriye girip o kitabın sayfalarını çevirmekten kendinizi alamazsınız

O yazarların kitapları sıkıntılı bir dünyada size sunulan sürprizli bir elma şekeri gibidirler.

Hayata biraz ara verip size sundukları sihirli dünyaya adım atmak için  adeta sabırsızlanırsınız.
Benim de Türk Edebiyatı'nda beni böyle heyecanlandıran birkaç favori yazarım var ve Ayşe Kulin de onlardan biri.

Pek çok edebiyat sever gibi benim de Kulin kitapları ilk tanışmam onun "Adı Aylin" isimli romanıyla  oldu.

"Füreya" isimli eseri Türk seramik sanatının ustalarından ve ilk kadın sanatçılarından Füreya’nın renkli yaşamını anlatırken, "Türkan Tek ve Tek Başına" sevgili Türkan Saylan’ın hayatını anlatıyordu.

"KöprüFırat üzerinde büyük çabalarla yapılmış bir köprünün ve biraz da rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun hikayesidir.

"Kardelenler" isimli araştırma kitabının ise hayatımdaki yeri bambaşkadır ve beni Doğu'nun kötü kaderlerini yenmeye çalışan güzel kızları ile tanıştırmış, sonrasında Çağdaş Yaşam Derneği'nin çalışmalarını ömür boyu destekleme kararı vermeme vesile olmuştur.

Ayşe Kulin'in 2 yıl önce yayınladığı "Hayat ve Hüzün" isimli kendi hayatını anlattığı otobiyografik romanı belki de beni hayal kırıklığına uğratan tek romanıdır diyebilirim.

İki kitap birbirinin devamı niteliğinde olduğu için onlara tek roman diyorum.

Bence insanın kendi hayatını yazması dünyanın en zor şeyi.

Hele de geçmişimizde hatırlaması bizi üzen hatıralar varsa.

Ayrıca inanıyorum ki hepimizin hayatında  hem gün ışığına çıkartmak istediğimiz hem de ne kadar şeffaf olmak istersek isteyelim yine de kimseyle paylaşmak  istemeyeceğimiz anılarımız vardır.

Sevgili Ayşe Kulin’in o kitapları yazarken ne kadar zorlanmış olabileceğini tahmin edebiliyorum.

Çünkü en zor şey insanın geçmişi ile hesaplaşmasıdır.

Tabi bir de kendi yaşam hikayenizi anlatırken yaşamınıza dokunmuş başka insanları da ister istemez sayfalarınıza taşımak zorunda kalıyorsunuz. İşin içine başkalarının hayatına saygı anlamında biraz sansür de girince, kimsenin kendi hayatını istediği gibi yazabileceğini sanmıyorum.

Ayşe Kulin’in o romanlarında beni rahatsız eden şey, yaşadığı olayları anlatırken, sanırım duygularını pek  yüzeye çıkaramamış olmasıydı.

Bilmiyorum, belki de yazar, bir kadın, bir eş ve bir anne olarak 40 yıllık ayakta durma mücadelesini anlattığı bu kitaplarında duygularını tahmin etmeyi okuyucunun yorumuna bırakmış olabilir.

Bizi "Gizli Anların Yolcusu, Bora’nın Kitabı ve Dönüş" isimli üçlemesi ile eş cinsellerin dünyası ile tanıştıran Ayşe Kulin son romanı "Hayal"de hayallerini ve yazar olma sürecini anlatırken bir  anlamda da romanlarının arka bahçesini   bizlerle paylaşıyor.

Çok samimi, içten bir dille yazılmış, zaman zaman komik hatıralarla süslenmiş anı romanı keyifle okurken yayınevleri,  film, yönetmenler ve yazarlar dünyası ile tanışacaksınız. Hayat ve Hüzün’ün aksine burada tüm duygularıda var.

İnsana hayatında ilham veren kişiler vardır. Türkan Saylan benim için böyle bir kadındı.

Ayşe Kulin de hem yazarlık serüveniyle hem de yaşam içerisindeki vazgeçmez ve vazgeçilmez duruşuyla sevgi ve saygı ile izlediğim başka özel bir kadın..
O hayallerini gerçekleştirmiş, darısı herkesin başına  diyelim☺)

Güzel günlerde kalın.